Insanlar Neden Sıkılır? Sıkılmanın Döngüsel Cazibesi

Paylaş

 

Bu yazıyı çok sıkıldığım bir Cuma akşamından sonra yazmaya karar verdim. Açıkçası uzun süredir bu kadar sıkılmamıştım. Burayı kişisel bir bloga dönüştürmek istemem, ancak günlük yaşantımda sık sık sıkıldığımı hisseden biri değilim. Dolayısıyla geçtiğimiz Cuma akşamı yaşadığım sıkılmışlık ve bayma seansından sonra, özellikle o akşam neden bu kadar büyük bir sıkıntı yaşadığımı merak ettim ve konu hakkında okumalara sarıldım.


Ergenler Neden Sıkılır?“Insanlar neden sıkılır?” “Neden sıkılırız?” “Sıkıntının anlamı nedir?”
 Tüm bu sorulara güzel bir cevap psikanalist Talat Parman’ın Ergenliğin Yüzleri adlı kitabından geliyor. Sadece sıkıntı üzerine yazılmış bir makalenin Parman’ın ergenlik üzerine bir kitabında olması rastlantı değil. Parman, ergenliğin belirleyici hislerinden birinin ‘sıkıntı’ olduğunu anlatıyor. Çocukluktan çıkıp, cinsel ve agresif dürtülerin egemenliğine giren ergenin en çok sıkıldığı yer ise, anne ve babasıyla paylaştığı evidir. Parman, ergenin yaşadığı yoğun sıkıntı hissinin, dürtülerini aktaracak kişilerin ve ortamın bulunamamasına bağlar. Üstüne üstlük, çocukluktan çıkmış ergen için, eskiden pek tatlı ve huzurlu gelen aile ortamı gitgide uzaklaşmak istediği bir yer haline gelir; doyurulamayan dürtülere ek olarak, bir de artık eskiden doyum aldığı kişilerin onun ihtiyaçlarını doyuramaması da ergenin sıkıntısının baş kaynağıdır. Dolayısıyla, ergenin sıkıntısına çare dışarı çıkması, kendini dışarı atmasıdır. Cinsel ve agresif dürtülerini çok daha sağlıklı bir biçimde, arkadaşlarıyla spor yaparak, eğlenerek, müzik çalarak, veya kimi zaman taşkınlık yaparak doyurabilir.

Peki ya yetişkinlikte? Yetişkinlikte neden sıkılırız? Yetişkin olduğumuz zaman, aslında cinsel ve agresif dürtülerimizi daha serbestçe doyurabiliriz. Artık yaşamsallığımız ve haklarımız anne-babamıza bağlı olmadığı için, hareket özgürlüğümüz vardır. Ancak özgürlüğün olması her zaman bu dürtülerin doyurulabileceği anlamına gelmez. Bir de dürtüsel bir bakış açısının ötesinde, sıkıntıya bazen bizi kilitleyen, herhangi bir şey yapmamızı engelleyen, kısacası elimizi kolumuzu bağlayan bir tembellik ve bırakmışlık da hakimdir. Resmen sıkıntının esiri oluruz. Psikanalitik bakış açısına göre, böyle bir sıkıntı halinde kişi aslında iç dünyasında işlenmemiş ancak ortaya çıkmaya çalışan bir parçanın hakimiyetindedir. Annesini Çağıran BebekWinnicott, sıkıntıyı tarif ederken ergenliğe değil, bebekliğe döner. Bebeğin, annesinden ayrı kaldığı zamanda ve onun memesini emmediği zamanlardaki halini bir sıkılmışlık hali olarak tanımlar (Bergstein, 2009). Ancak bu sıkıntı bebek için elzemdir, çünkü ancak bu sıkıntıyı yaşantıladığı zaman, bebek annesinin bakımını çağırmak için harekete geçer – kıvranır, ağlar ve ilk anlamsız sözcüklerini dile döker. Sürekli doyurulan, ağlamasına izin verilmeyen ve doyurmalar arasında kendi haline bırakılmayan bir bebek, anne tarafından – bebeğin yetişkinlik yaşamında da işine yarayacak olan – sıkıntıdan doğan yaratıcılığa teşvik edilmiş olmaz.

Öyleyse yaratıcılık için sıkıntı elzem midir? Psikanalitik bakış açısına göre, evet. Yine Parman’a dönersek, Parman kitabında fiziksel şikayeti için doktora giden bir adamdan bahseder. Doktorun hastasına önerisi şudur: “Olabildiğince sıkılın.” Hasta, hemen doktorunun dediğini yapmaya koyulur. Tüm işlerini bırakır, kendisini eve kapatır, ancak bir süre sonra farkeder ki bir türlü tam olarak sıkılamamaktadır. Tam sıkıldığını hissettiği anda,  yeni bir şeye karşı merak hissettiğini fark eder. Ve merakının peşinden koşmak, onun fiziksel şikayetlerini de geçirir. Öyleyse sıkıntı, merakın öncüsüdür diyebilir miyiz?

Parman, bu bağlamda hepimizin muzdarip olduğunu Pazartesi sendromuna da farklı bir bakış açısı getirir. Düşündüğümüzün aksine, Pazar günü bizi sendroma sürükleyen sadece bir sonraki gün işimizin olacak olması değildir; Pazar günü tehlikeli Pazartesi Sendromu Öncesi Pazar Sıkıntısıbir gündür çünkü yapılandırılmamıştır; zorunluluklar yoktur. Kişi kendine ait bir zamanın boşluğuyla baş başadır ve zamanının tüm hakimiyeti ona verilmiştir. Parman, bunu üstbenliğin (süperego) gerçek yaşamdan çekilmesi olarak tarif eder. Bir de üstüne üstlük bu zamansal özgürlüğü, ertesi gün tamamen bir doluluk takip eder. Dolayısıyla kişi için Pazar günü de kendisi için anlamlı şeylerle doldurulması gereken bir güne dönüşür. Ancak kişi gerçekten ne ister? Ailesiyle, arkadaşlarıyla kahvaltı mı? Yoksa bir sabah koşusu mu? Yoksa evde tamir işleri mi?… Kişi için seçenekler sonsuzdur, ancak dürtülerini kendisi için nasıl en anlamlı ve doyurucu şekilde yönlendirebilir? Parman, kişinin bu boşlukla ne yapacağını bilememe durumunun da Pazartesi sendromuna katkısı olduğunu ima eder.

Yazının başında bahsettiğim kendi sıkıntıma dönünce, hissettirdiği çatışma bir yana, uzun bir aradan sonra tekrar bloga dönmemin de yolunu açtığını düşünüyorum. Bu sıkıntının sıkıntı üzerine yeni bir yazıya vesile olması beni oldukça mutlu etti.

Umarım sıkıntımız (sık sık) yaratıcı yollar açar.

Psk. Ayşe Canan Altındaş

Kaynak: Ergenliğin Yüzleri, 2010, Bağlam Yayıncılık

Bergstein, A. (2009). On Boredom: A Close Encounter with Encapsulated Parts of the Psyche. Int. J. Psycho-Anal., 90:613-631.

 

Facebook Yorumları
Paylaş

3 YorumOn Insanlar Neden Sıkılır? Sıkılmanın Döngüsel Cazibesi

Yorum Yazın:

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

Mobile Sliding Menu

Wordpress Social Share Plugin powered by Ultimatelysocial