Bazen terapi alanında kariyer yapmak isteyen herkesin narsistik kişiliğe sahip bir ebeveyne sahip olmuş olması gerektiğini düşünürüm. Öyle olmasa nasıl altıncı hissimiz bu kadar iyi gelişmiş, sezgilerimiz bu kadar güzelce şekillenmiş olabilirdi ki?
Narsisist bir ebeveyne sahip olan çocuk, ebeveyninin ruh halindeki en ince değişimlere bile ekstra bir farkındalık ve dikkat geliştirmek zorundadır. Bunun sayesinde değişimleri neredeyse daha yaşanmadan sezmeyi ve ayak uydurmayı öğrenir çünkü içgüdüsel olarak ebeveynleri tarafından korunmayı sağlama alıp güvende kalması gerektiğini bilir.
Böyle bir çocuğun diğer ebeveynini kaybettiğinde veya ondan ayırıldığında yaşayacağı zorlukları bir hayal edin. Bu durum, onun için kendi varoluşunu doğrulamak için dikkatle izlediği bir ¨ayna¨nın yok oluşu demektir. Bunun yerine kendi narsisistik ihtiyaçlarını sindirmek için onu kullanmaktan geri kalmayan bir ebeveynden yansıyan çatlak ve bozuk görüntüyle büyümek zorunda kalacaktır.
(Miller ‘ 79:I)
Çocuğa karşı –genellikle tek çocuklar veya ilk doğan çocuk- tutkulu bir sevgi besler. Fakat bu sevginin kaynağı kendine duyduğu öz-sevgiden gelmektedir . Narsisist bir anne çocuğunu sadece kendi kişiliğinden yansıtabildikleri ölçüsünde sever ve onu kendisinin sahip olmuş olmasını dilediği özellikleri yansıtması gereken bir obje olarak görür. Çocuğunda kabul edemediği bütün özellikleri reddeder.
Bu konu Margaret Mahler tarafından narsisist annenin yeni doğmuş bir bebeğin sonsuz potansiyelinden kendini yansıtan özellikleri seçip pekiştirerek kişisel ihtiyaçlarına yönelik bir çocuk ¨yaratmak¨ olarak nitelendirilen narsisist kişinin bilinçdışı bir ihtiyacı olarak tanımlanmıştır. Bu durumdaki çocuklar ¨narsisistik olarak teşvik edilmiş çocuk (narcissistically cathected child)¨ olarak adlandırılır.
Çocuk entelektüel gelişim sürecinde herhangi bir sıkıntı çekmese de duygusal gelişim sürecinde zorlanır. Çünkü annesi tarafından kabul edilmez davranışları gerçekleştirmek riske atılamayacak kadar tehlikelidir. Bu yüzden karakteristik özelliklerinin birçoğunu bilinçaltına iteler. Örnek olarak kötü görünemez, tembel hatta çirkin olmak onun için kabul edilemezdir. Bu durum onun ¨Sahte Benlik¨ oluşturmasına yol açar. (Miller ‘ 79.2)
Birçok insan için gerçek benlikleri çok derinlerde saklı haldedir. Bu insanlar hayatlarını gerçekte kim olduklarına dair bir fikirleri olmadan, idealize edilmiş, sahte benliklerine hayran bir şekilde yaşarlar. Depresyon onlar için bu yokluğun farkındalığını sağlamazsa veya psikoz onları acımasızca tehditkar bir yabancı gibi algıladıkları gerçek benlikleriyle yüzleştirmezse saklı kalmış benliklerinin varlığından kaçınarak hayatlarına devam ederler.
Peki gerçekten bilmediğiniz bir şeyi nasıl sevebilirsiniz, daha önce aslında hiç sevilmemiş bir şeyi? Veya siz bile gerçek kendiliğinizin büyük çoğunluğundan habersizken başka birinin sizi bütünüyle sevmesini ondan nasıl bekleyebilirsiniz?
Bu bilgi bilinçaltının derinliklerinde gömülü olduğundan, ulaşılamaz olan sevgiyi hayatınız boyunca aramaya mahkumsunuzdur.
Psikoterapi süreci bu içsel dengesizliği dengelemeye yardımcı olabilir. Çocuğun, idealize edilmiş sahte değerler ve inançları değil, gerçekte olduğu kişinin farkına varıp kendisini sevmesine olanak sağlayabilir. Böylece bu çocuk, kendini ve dünyayı daha gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirip sağlıklı ilişkiler kurmaya başlayabilir.
Unutmayın, Winnitcott’ın dediği üzere: “Saklanmak coşku verir, ama hiç bulunamamak da bir felakettir.”
Kaynak: The Palmeira Practice
Çeviren: Alperen Doğaner