Türkiye’nin Toplumsal Travma ile İmtihanı: Soma’dan Sonra Yas ve İnkar

Paylaş

 

Son 5 gündür Türkiye, kriz yönetimi, kurtarma teknikleri, felaket sonrası tekrar yapılandırma ve travmanın yaralarını sarma konularında ciddi bir imtihandan geçiyor. Bu imtihanı başarıyla geçip geçemediği herkes arasında tartışma konusu. Ancak şu bir gerçek ki, facianın boyutu büyük ve Soma’daki halk başta olmak üzere Türkiye’deki birçok kesimden insanı bu facia ciddi boyutta etkilemiş, ve normal yaşayışından alıkoymuş durumda. Böyle bir zamanda sosyal medya ve ana akım medyadan takip edilebildiğim kadarıyla, toplum olarak Soma’nın bir facia olduğunu kabul ederken, onun travmatik boyutları ve bu facia için kimlerin sorumluluk alması gerektiği konusunda ciddi bir fikir ayrılığına düşmüş durumdayız.

Neden böyle bir fikir ayrılığına düşüyoruz? İnsan olarak, kayıplar için sorumluluk almayı kabul etmek oldukça zor. Psikolojik bir kavram olarak ‘bilişsel uyumsuzluk’ belki de şu an bir çok kişinin yaşadığı şey olarak tabir edebileceğimiz ‘akıl tutulması’nın bir sebebi. Bu kavrama göre insanlar, bir karar verdikten sonra kendi kararlarının en iyisi olduğuna kendilerini inandırmaya çalışırlar. Örneğin, yaşadığınız mahallede muhtar adayı A’ya oy verdiniz ve o kazandı, ancak bir senenin sonunda baktınız ki, Muhtar A, onun size söz verdiği hizmetleri yerine getirmiyor, üstüne üstlük muhtarlığın kasasını dolandırdığı ortaya çıktı. Böyle bir durumda nasıl hissedersiniz? Psikolojik araştırmalar gösteriyor ki, böyle bir durumda Muhtar A’ya oy verdiğiniz için kendinizi kötü hissetmemek için, Muhtar A’yı seçmenizin sebebini bir şekilde haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz. Yani, Muhtar A’yı suçsuz görebilirsiniz, ya da onun bu işi yapmasının ‘bir sebebi’ olduğunu düşünebilirsiniz, veya bir anda Muhtar A’yı değersizleştirebilir, onun ‘son zamanlarda’ değiştiğini öne sürebilirsiniz.

Toplumsal Travma: Bilişsel Uyumsuzluk
Bilişsel uyumsuzluğa, karikatürlerden bir örnek
Toplumsal Travma - Vicdan
Zihni bulayan bilişsel uyumsuzluğu nasıl temizleyeceksiniz?

Araştırmalar ve vaka örnekleri gösteriyor ki, bir kişinin hayatında ne kadar çok üstünü örtmeye çalıştığı sorunu, inkar etmeye çalıştığı problemleri varsa, o kadar sık inkar mekanizmasını hayatının her alanına yaymaya başlıyor. Ve sonunda toplumsal travmalar bile birer inkar nesnesine dönüşmeye başlıyor. Küçük yaşta bir çocuk mu öldü, içiniz acısa bile kendinize itiraf edemiyorsunuz. Bir faciada 301 masum insanı mı kaybettik, empati kuramıyorsunuz, hatta başka insanların neden bu olayı bu kadar büyüttüğünü düşünüyorsunuz. Yani yavaş yavaş, vicdanınızı kaybediyorsunuz.

Vicdanı kaybetmek ne demek? İster dini kitaplara, ister psikoloji, ister felsefe kitaplarına bakın. Bir insanın vicdanını, empati kurma kapasitesini, göz yaşı dökebilme yetisini kaybetmesi aslında bir bakıma insanlığını kaybetmesi demek. İnsanlığın kaybolduğu yerde de yas tutulamıyor. Yaralar iyileştirilemiyor. Kanayan yaralar gitgide yürüyen bir apsenin içine hapsedilmiş, apseden çıkmayı bekliyor. Ve o apse insanlığın toplumsal bilincinde nasıl patlar bilinmiyor. Ancak şu bir gerçek ki, Türkiye’nin bakılamamış, sarılamamış yaraları gitgide büyüyor…

Facebook Yorumları
Paylaş

Yorum Yazın:

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

Mobile Sliding Menu

Wordpress Social Share Plugin powered by Ultimatelysocial