20’li Yaşlar Zorluklarla Başlar

Paylaş

 

Bugün psikologlar, 20’li yaşlar’ın yeni ergenlik olduğunu söylüyorlar. Çok da haksız sayılmazlar. Geçmişte 18 yaşından itibaren evi terk edip çalışmaya başlayan veya üniversite masraflarını kendi kendine çıkaran gençliğe göre, aile desteğinden kolay kolay kopamayan bizim jenerasyonumuz 20’li yaşlar‘a geldiğinde tam bir kişilik çatışması yaşıyor. Bir yandan senelerce okuma ve ailenin yaptığı yatırımların geri dönüşünü sağlayabilme isteği içindeyken, diğer yandan işsizliğin veya senelerce hayallerde kurgulanmış iş imkanlarının olmaması, 20’li yaşlardaki gençlerde stres hatta bunalım yaratabiliyor.

Peki bu stresin içinden çıkmanın bir yolu var mı? Bu yazıda kendimde 20’li yaşların içinde biri olarak, okuyucularıma birkaç tavsiyede bulunacağım. Ben de hala bu tavsiyeleri kendi hayatıma uygulama safhasındayım. Dolayısıyla, acele etmeye gerek yok. Ama bu dönemi daha kolay geçirmek aklımdaki fikirleri psikoloji eğitiminden geçmiş bir danışman olarak sizlere sunmak istiyorum.

1. Hayalinizdeki iş hep aklınızın bir kenarında dursun. Ama yeteneklerinize uygun bir işe bir an önce girmeye çalışın. 

Üniversiteden mezun olurken hepimizin hayalleri vardır. “Şu işi yapsak var ya…” diye başlayan başarı dolu hayaller ve hikayeler hepimizin zihnini süsler. Ancak iş hayatının gerçekleri ve ailelerimizin bizden beklentileriyle karşılaşınca pek azımız bu hayalleri hayatımıza geçirebiliriz. Şu bir gerçek ki, girebileceğiniz en iyi iş, size düzenli bir maaş ve güvenlik sağlamanın yanı sıra, tecrübe, sektörden önemli kişileri ve belki de gelecekte birlikte iş kuracağınız ortakları size sunar. Dolayısıyla, girdiğiniz hiçbir işi küçümsemeyin. İşinizi en iyi şekilde yapmaya çalışın, ancak kendi iş fikirleriniz varsa daima onları araştırın ve aklınızın bir kenarında bir gün hayata geçirmek için tutun.

2. Hayatınız bir günde değişmeyecek. Size yararlı alışkanlıkları bugünden itibaren hayatınızda oturtmaya çalışın.

 “İşten sonra her gün spora gitmek istiyorum.” “Para biriktirebilmek istiyorum.” bunlar hepimizin hayatınaa katkıda bulunacağına inandığımız, ancak bir türlü hayata geçirmediğimiz alışkanlıklar. Ve bunları düzenli yapmadığımızın farkında olmak bizim kendimize kızmamıza hatta strese girmemize yol açıyor. Ancak iyi alışkanlıklar bir günde elde edilmiyor. (“Old habits die hard.”) Önce kendimizdeki kötü alışkanlıkları saptayıp, onların yerine yapıcı olanları nasıl geçirebileceğimizi düşünmemiz lazım. Örneğin, işten geliyorsunuz ve kendinizi koltuğunuzun yumuşak kollarına bırakıyorsunuz. Veya laptopunuzu açıp hemen kaçırdığınız dizileri izliyorsunuz. Saatler geçtikçe daha da mayışıyorsunuz. Ve bir bakmışsınız ki ne spora gidebilmişsiniz, ne de kendinize yemek pişirebilmişsiniz. Miskinliğinizle hemen yemeksepeti.com‘a girip, bir de üstüne çok da sağlıklı yiyecekleri olmayan bir yerden kendinize yemek söylüyorsunuz. Fark ettiniz mi? Bir kötü karar sizi birden fazla kötü karar almaya yöneltti. Oysaki, idealinizdeki şeyleri yapmak sandığınız kadar zor değil. Tek yapmanız gereken bedeninizi alışık olduğu ve ona kolay gelen hareketten kurtarmak. Bu durumda da, siz kalkıp, üstünüzü değiştirip spora yöneldiğiniz anda, aslında gelecekte yapacağınız birçok sağlıklı seçimin tuşuna basmış oluyorsunuz. Dolayısıyla, pes etmeyin. Zor gelen alışkanlıkları bugünden edinmeye çalışın.

3. Kendinize hislerinizi öğretin. Zehirli hislerinizin panzehrini yaratın.

20’li yaşlarda öyle bir noktaya geliyorsunuz ki, sanki etrafınızdaki herkes hayatı boyunca farkında olmadıkları sorunların farkına varmış. Hatta bu durumu Andy Warhol, The Philosophy of Andy Warhol (Andy Warhol’un Felsefesi) adlı kitabında çok güzel açıklıyor: “20-30 yaş arası herkes sanki tam birer psikolojik vaka gibiydi. Etrafımda bir tane bile sorunsuz insan yoktu. Kimisi anne-babasından, kimisi arkadaşlarından, kimisi de sevgililerden/erkeklerden şikayetçiydi.” Bu bizler gibi 20’li yaşlardakiler için öylesine doğru ki… Bugün psikolojik araştırmalar gösteriyor ki, üniversiteyi bitirmiş genç insanlar terapi arayışında olan en büyük grup. Peki, bu anormal mi? Hiç değil. Çünkü 20’li yaşlarda genç yetişkin hayatında kendi inandığı ilkeleri belirlemeye çalışırken bir yandan bakıyor ki, asla idealindeki insan profiline ulaşamıyor. Bu da onda huzursuzluk yaratıyor ve sebeplerini anlamaya çalışıyor.  Kişinin kendi içe dönüşü, terapi veya başına durum ve olaylar, ona kendi kendini sabote etme sebebinin küçüklüğünden beri ‘öğretilmiş’ olan hislerin ve davranışların olduğunu zamanla gösteriyor. Bu adaptasyonu zorlayan ‘öğretilmiş’ hisler ve davranışlar ise bizim küçük yaştaki koruyucularımızın (anne/baba/anneanne/bakıcı/vs.) bizimle olan ilişkilerinden kaynaklanıyor. Hatta bir süre geçmişe dair aşırı kızgınlık, kişiyi ele geçirebiliyor. Ancak önemli olan, birçok durumda olduğu gibi farkındalık ve hem kendi olduğumuz kişiyi, hem de ailemizi ve yakın çevremizi oldukları gibi kabul edebilme. Andy Warhol, kitabın ilerleyen kısmında zaten şöyle diyor: “Bazı insanlar bir derdin onları senelerce yıpratmasına izin verir. Oysaki tek demeleri gereken şey: ‘Ne yani? Olduysa oldu.’ demektir.”  

Herkesin idealindeki 20’li yaşları yaşamaları dileğiyle,

Ayşe Canan Altındaş

www.facebook.com/PavlovsPartner

www.twitter.com/PavlovsPartner

Facebook Yorumları
Paylaş